19 Aralık 2012 Çarşamba

Sevdiği Kadınları Başkalarıyla Evlendiren Adamlar Derneği

Merhabalar, ben “Sevdiği Kadınları Başkalarıyla Evlendiren Adamlar Derneği” başkanı Ahmet Haybeden. Efendim bakmayın derneğimizin adının bu kadar hüzünlü olduğuna üyelerimiz genelde keyifli insanlardır. Nasıl keyifli olmasın üyelerimiz, neticede az insana nasip olan bir duyguyu yaşadık, gerçekten sevdik. Sanırım bizden daha mutlu olanlar “Sevdiği Kadınlarla Evlenen Adamlar Derneği” ve “Karşılıklı Severek Evlenenler Derneği” üyeleridir. Ya da ben geçen haftaya kadar öyle düşünüyordum, ta ki “Sevdiği Kadınlarla Evlenen Adamlar Derneği”nin başkanı olan arkadaşım Mehmet Gerçeküstü ile karşılaşana kadar. Mehmet çok mutsuz gözüküyordu, sordum mutsuz gözükmüyorum abi dedi, mutsuzum. Neden, neyin eksik, bir insanın en çok isteyeceği şeye sahipsin, şükretmelisin dedim. Bir insan en çok sevdiği kadınla bir ömür istemez de ne ister değil mi dedi. Gülümsedi ama alaycı bir tavırla. Ne kadar şanslı olduğunu bilmiyorsun değil mi dedi, şaşırmıştım, nasıl yani dedim. Çok basit dedi, ben sevdiğim kadınla evlendim ama beni sevenle değil o yüzden sen benden daha mutlusun ve şanslısın dedi. Düşündüm haklıydı en azından beni sevmeyen biriyle birlikte değildim, ya sevdiğim kadın beni sevmeseydi değil mi, Allah korusun.
Mehmet’le beraber bir başka dostumuz olan Selami Şanslı’nın başkanlığını yaptığı “Karşılıklı Severek Evlenenler Derneği”ne doğru yürümeye başladık, ben ne güzel yağmur yağıyor falan derken Mehmet küfrediyordu yağan yağmura. Derneğe vardığımızda kapı hafif aralıktı ve içeriden Ahmet Kaya’nın dertli sesi geliyordu. İçeri seslendim Selami gelin odamdayım dedi. Odasına geçtiğimizde masanın üzerinde içilmiş, içilecek ve içilmekte olan sigaralar durmaktaydı ve içilmiş olanlar diğerlerinin toplamından oldukça fazlalardı. Hayırdır dedim en mutlu olacağına inandığımız adama. Üçümüzden en mutlu olanın sen olması gerekmiyor muydu dedim, gülümsemedi alaycı bile olsa. Öyleydim dedi, ama kısa bir süreliğine, hatta inanır mısınız derneğin üyeleri arasında hala mutlu olanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. En kalabalık derneklerden biriydi ama biliyorduk ki çoğu yalan söylemişti. İnsan sevdiği kadının başkasıyla evlenmesini kendisi kolay kabul edemezken nasıl itiraf etsin başkasına değil mi? Bizim derneğin üyesi baya azdı o yüzden diğerlerine nazaran. Neyse Selami’ye sordum hayırdır diye, bilmem hayr mı şer mi ama artık yeni bir dernek kurmanın zamanı geldi dedi, “Karşılıklı Severek Evlenip Birbirinden Nefret Etmeye Başlayanlar Derneği”. Mehmet’le birbirimize hayretler içerisinde baktık. Boş verin dedi Selami, en şanslı, en mutlu sıralamasını değiştirelim. Bence en mutlu sen olmalısın Ahmet diye devam etti ve beni şaşırtacak şekilde Mehmet de onu destekledi. Neredeyse ben de inanacaktım en mutlu olması gerekenin ben olduğuma. Selami anlatmaya başladı; “ne de çok sevmiştik birbirimizi, her şey yolunda gitmişti hiç üzülmeden üzmeden evlendik. Sonra mutluluğun azalan verimler kanunu ile hareket ettiğini öğrenmeye başladım yavaş yavaş. Beraber yaşadıkça hayat keyfimizi kaçırdı, yönetemedik sevgimizi, elbette bunu başaran az sayıda çift oldu ama geneli maalesef başarılı olamadı.” Çok enteresan gelmişti Selami’nin anlattıkları, ben farklı bir projeksiyon çizmiştim oysa sevdiğim kadınla evlenirsem ne olacağına dair.
            Selami ile Mehmet’i “Karşılıklı Severek Evlenenler Derneği”nde bıraktım. Beraber hüzünlerini yaşamalarına izin verdim, sonra uzun bir yürüyüşe çıktım, derneğe döndüm ve yüzümde bir gülümseme kaldığını farkettim…








13 Aralık 2012 Perşembe

Kendime ve Sana Notlar 2

Kendime notlar; asla sorumluluk alma ve eğer sorumluluk aldıysan sorumlulukarını yerine getir. Hak yemekten kork haksızlığa uğramaktan değil. Karar vermekten korkma, özellikle kendinle ilgili olanlardan. Asla daha çok insan seni sevsin diye uğraşma, sevmeleri önemli değil razı olmaları önemli unutma. Çok çalışmana gerek yok hakkını verecek kadar çalış kalanında yaşa. İşin hayatın olmasın hayatın da işin. Yaşar gibi yaşa, yaşarmış gibi yapma. Ölümden korkma, hesaptan kork. Cenazene kaç kişinin geleceğini düşünmei bırak gelenlerin ne diyeceğini düşün. Arabanın markası önemli değil unutma, yanına gitmek istediğin birilerinin olması önemli, ve seninde yanında görmek isteyen birilerinin. Evinin deniz görmesinin manası yok, denizi beraber izleyecek birinin varlığı önemli. Yalnız kalmaktan kork, yalnız kalkmaktan, ama en çok kalbinin yalnız olmasından. Aşk mecburiyet değildir, sevgi de öyle. Herşeyi sevmeyi dene, aşık olmadıysan bile yalnız kalmazsın. Unutma ömür kısa ve hızlı. Bu hıza ayak uydurmayı deneme, kendi hayatını yaşamayı dene. Okuyabileceğin kadar okuma, yeteri kadar oku, okuduğundan daha fazla düşünmüyorsan okumaya ara ver. Kendini tekrara düşüyorsan kendinden biraz uzaklaş, kendin hakkında yeni şeyler öğren. Söyleyecek yeni sözlerin yoksa susmayı dene, düşünmeyi dene. Gerçekten sevmedikten sonra yapman gereken tek şey bunun sebebini sorgulamak olmalı. Ama gerçekten sevmeye konsantre olma, bırak olacaksa olsun. İnsan boğazına hükmedebilir ya da sağlığı elverdikçe ellerine, aklına... Ama unutma insan gönlüne zannettiği kadar hükmedemez. Şükretmeyi öğren, üzüldüğün şeylerin geçici olduğunu bil ve unutma büyük üzüntüler yaşatabilen duygular üzmeden önceki halleriyle çok sevindirmiştir seni. Böyle duygular herkese nasip olmaz unutma.
Sana notlar; sorumluluk alma, insanların sorumluluk almasını sağla, bırak onlar düşünsün. İstediğin herşey senin olmalı ve sen bunlar için çalışmamalısın unutma. Bırak sana sunulsunlar, sunmuyorlarsa nefret et ve nefretinden korksunlar. Ömür seni üzebilecekleri kadar uzun sakın buna izin verme, unutma senin üzülmen tüm insanlığın üzülmesi gibidir. Yalnız kalmaktan korkma seni yalnız sadece yanındakileri doğru insanlardan seçmeye bak. Gerçekten sevilmedikten sonra sakın merhamet gösterme. Bir sürü insan olacaktır etrafında, sakın onlara gülümseyip şımartma, unutma gülümsemen güneşin ışığını bastırır senin. Gülümse tamam ama yapmacık olsun yalvarırım, gözlerini kullanma. 
Ne yaparsan yap kimsenin yanında sonsuza kadar kalma, kimse bunu haketmez...




10 Aralık 2012 Pazartesi

Kendime ve Sana Notlar

Kendime notlar, uyumaktan korkma, uyanmaktan ise asla çekinme. Düşünmekten vazgeçme, farkındalıkların senin kendini koruma yöntemin olsun. Hırsların olmasın, eser miktarda bile, üzüleceksen hırsların olmadığı için üzül. Kendini düşündüğün için kimseyi üzme, kimseyi düşündüğün için de kendini. Onu düşünmekten vazgeçme o seni düşünmese de. O seni düşündüğü için sen onu düşünmüyorsun unutma. Birileri sırf seninle diğerlerinden daha fazla seviyor diye iyi değildir unutma. İyi olduğu için insanları sevme, iyi olduğun için sev. Üzülmekten korkma sen bunula başa çıkarsın, üzmekten kork. Kimsenin hayallerini süsleme, kendi hayallerini asla süsleme. Olmayacağı hayal et ama olacağa amin de. Kimsenin seni üzmesinden korkma, seni sinirlendirmelerinden kork. Öfke duyma, acıma, nefret etme. Yoksaymak en güzel intikamdır unutma. Sevmekten korkma sevilmesen de. Sevilmekten kork eğer sevmiyorsan. Sevgi ihtiyacın değildir unutma. Kendine vakit ayır en az başkalarının sana ayırdığı kadar. Kendinle sohbet et, dertlerini dinle ama asla kendine tavsiye verme. 
Sana notlar, mutlu ol zira sana çok yakışıyor, kimsenin seni üzmesine izin verme zira sana hiç yakışmıyor. Seni düşünmeyeni düşünmekten vazgeç, seni sevmeyeni sevmekten. Sevmekten kork ama sevilmekten korkma, seversen üzülürsün sevilirsen en fazla üzersin. Sen sadece sen olduğun için sevilmelisin unutma. Nefret etmekten çekinme seni üzenlerden, nefret mutluluğa giden en güçlü  duygudur. Kendine vakit ayır diğerlerine ayırdığından daha fazla. Hayal et ve gerçekleşmesi için herkesi seferber et, zira senin hayallerin tüm insanlığın hayallerinden önemlidir. Seni seven insanları sev zira diğerleri senin sevgini haketmiyorlardır. 
Ve asla unutma sen beni senden kurtaramazsın, beni senden kurtarabilecek olsaydın seni severdim gerçekten...


Yaşlı Bir Kadın

Kimbilir kaçıncı kez gördüğü kar yağışını her seferinde izlediği yüz ifadesi ile izledi, büyük bir gülümseme ve dudaklarında şükürle... Kaç yıldır yaşadığını sayma ihtiyacı hissetmemişti hiç, soranlara yeterince yaşlıyım derdi, genç olduğu zamanlarda ise yeterince yaşadım... Yaşamaktan keyif almıştı hep, mutlu bir hayat geçirdiğini söyleyebilirdi. Elbette acılar oldu yaşadıkça, ne kadar yaşarsan o kadar acı olay görürsün derdi hep. Sevdiği bir çok insanın kaybına şahit oldu, cenazelerine katıldı, tanımadığı hayatların trajedilerini izledi haberlerde. Aşık olduğu adamla evlenemedi ah o rahmetli babasının inadı olmasaydı, ama onu çok seven bir adamla evlendi, Allah ondan razı olsun derdi her zaman. Çocuk nasip etmemişti Allah ama çok iyi bir eş ve hayat nasip etmişti. Eşini kaybettiğinde çok ağlamıştı, hatta annesinin ve babasını kaybettiğinden daha fazla. Eşine hiç aşık olmadı ama  emindi aşık olduğu adam dahil hiç kimseyi bu kadar derinden sevemezdi.
Kendi bildi bileli hayatını mutlu ve huzurlu geçirmeye adamıştı, kendi başına gelen olumsuzlukların moralini bozmasını engellemenin yöntemlerini aradı bir süre, sonra şükretmeyi ve sabrı keşfetti. Her olumsuzluğun bir miktar daha kötüsü olduğunu öğrenmişti yaşadıklarından ve aslında olumsuzluk dediklerimizin hiç bitmediğini. Sınav hikmeti denilen sözü anladığında mutluluğunun sırrını bulmuştu. Aşık olduğu adamla evlenemediğinde yıkılmıştı, adam ayrılırken hep mutlu ol demişti, bu sözü dinleyeceğini hiç sanmıyordu o zamanlar. Sonra kocası çıktı karşısına, hatta onu çok da sevmemişti tanıştıklarında ama çok sevilmişti. Sevilmenin verdiği mutlulukla evlendi onunla ki hep şükretti bu kararından ötürü... Annesini kaybettiğinde çok üzülmüştü ama annesinin hayatını düşününce şükretmişti, babası inatçı bir adamdı belki ama aslında gayet mutlu biriydi, uzun ve güzel yaşamış ve hayatında sadece ölürken inatlaşmamıştı. Kardeşi yoktu tıpkı evladının olmaması gibi. Yalnız sanıyordu insanlar onu, eş yok, çocuk yok, kardeş yok, ama hiç yalnız hissetmedi hayatta kendini.
Kar yağarken kahve içmeyi severdi hep ve yine kahvesini hazırlamaya gitmişti mutfağa. Kahvesini alıp pencereye doğru çevrilmiş iki tek kişilik koltuktan kendisinin olana oturdu, diğeri eşine aitti. İki koltuğun arasında bulunan sehpaya kahvesini bıraktı, fiskos masası denirdi bu sehpalara ve bu onu hep gülümsetmişti, ne güzel isim tam yerinde kullanılıyordu. Karın yağışını izlerken kahvesini yudumladı, kahveden sonra yapacaklarını düşündü, kuşlara yem vermeliydi, alt katındaki hasta arkadaşını ziyaret etmeliydi, biraz kuran okuyacak ve nafile namaz kılacaktı. Kahvesinden son yudumu aldı, kar aynı şekilde lapa lapa yağmaya devam ediyordu. Yavaşça doğruldu, acılar, mutluluklar ve en doğrusu bir ömrün izlerini taşıyan yüzünde, hiç eksik olmayan gülümsemesi ile birlikte kuşlara atacağı ekmekleri hazırlamak için mutfağa yöneldi, dilinde tek bir cümleyle "çok şükür"...


25 Kasım 2012 Pazar

Yaşlı bir adam

Buraya uzunca bir hikaye gelecekti aslında. Yaşlı bir amcanın hikayesi, belki kendi genç ama ruhu yaşlı bir adamın hikayesi de olabilirdi bilmiyorum. Yağmurda ıslanmış ve ıslanmaktan nefret eden. Uzun bir uykudan uyanmış gibi bakan etrafına. "Shawshank Redemption" diye bir film vardı, çoğunuz izlemişsinizdir, filmin yan karakterlerinden biri, uzun süre hapiste kalan bir amca, hapisten çıkınca dünyayı tanıyamıyor ve sonunda intihar ediyordu filmde, yabancı hissediyordu dünyada kendini. Hikayenin kahramanı da öyle hissetmeye başlamıştı. Dünyaya şaşkın gözlerle bakıyor, insanları tanıyamıyor, gözleri sürekli doluyordu. Bıraktım yazmayı hikayesini farkedince bu durumu. Korktum sanırım sonunun filmdeki amca gibi olmasından, müslüman adam intihar etmemeli hikayede bile olsa. Kahraman hayata küsmüş biriydi aslında, uzun bir süre hayatla olan bağlantısını koparmış sonra geri dönmeye karar vermiş biri. Daha meraklı, hayata karşı daha ilgili olmasını bekliyordum ilk yazmaya başladığımda. Ama yaşadığı uzun ayrılık bildiği hayatı değiştirdiğinden olsa   gerek ilgi duyamadı hayata. 
Kendi yarattığı hapishanede yaşıyordu yıllardır, kendi uydurduğu bir yatalaklık hali de denilebilir. Zihnini soyutlamış, yeni şeyler görmemek için çabalamıştı yıllarca. Sonra bir sabah uyandığında uyanmak istediğini farketti. Kaçırdıkları için üzülmüyor ya da kaybettiklerine bir özlem duymuyordu, sadece hapisten çıkması gerektiğini düşündü artık, yataktan kalkması gerektiğini. 
Unutulan bir şey yok dedi kendi kendine, değişen de... Sadece tozlanan anılar ve kapanan yaralar var. Düşündü kendini eve hapsetmesine sebep olan olayı ve çok büyütmüşüm dedi, hatırladığı, geçmişi düşündüğünde aklına ilk gelen şeyler güzel ve mutlu anları oluyordu hep oysa. Kendine bunu yaptığı için pişman olmadığını tekrarladı kendine. Kahvaltısını yaptı, yıllar sonra ilk kez ekmek kızarttı kendine özgürlüğünün şerefine. Eski elbiselerinden birini çıkardı dolabından ve giydi, aynaya baktı, saçını sakalını düzeltti ve ayakkabılarını giydi. Dışarı çıkmaya hazırdı, dışarı çıkmıyor değildi aslında, ihtiyaçlarını karşılamak için en fazla ayda 1 kere çıkıyor ama kimseyi görmüyor kimseyle konuşmuyordu. Kendisiyle bile uzun süre sonra ilk defa iletişim kurmuştu bu sabah. Kapıyı açtı, binanın içinde yürümeye başladı, ve yıllardır yapmadığı ilk şeyi yaparak merhaba dedi hayata, karşısından gelen komşusu olduğunu düşündüğü genç adama gülümsedi ve iyi günler evlat dedi...
Hikayeyi kendime anlatmam 1 hafta sürdü buraya yazmam daha uzun, planladığımdan daha kısa ama devam edebilecek bir hikaye oldu yine. Hikayenin sonuna bir şarkı koymadım belki siz yorumlara yazarsınız, önerirsiniz bir kaç şarkı. Bu sefer  bir fotoğraf koyacağım şarkı yerine. Zagrebten bir yalnız adam...





21 Kasım 2012 Çarşamba

Ağlayamayan adamlar...


Başı ağrımaya başlamıştı, tüm ağlaması gerekirken ağlayamayan insanlarda olduğu gibi. Sanırım hepsinde oluyordur diye kendini teselli etti, hem baş ağrısı için daha kötü sebepler yerine ağlayamamayı kabul ederek hem de başka ağlayamayanlar olduğunu düşünerek. Çocukluktan gelen bir özellik, zorla kazandırılmış bir davranış biçimi. Erkekler ağlamaz demiş biri ve kimse neden diye sormamış. Ayıplanmış insan içinde ağlayan erkek, başkasının yanında ağlayan babasını ayıplamış çocuklar. İşte bu sebepten ağlamayı unutmuş erkeklerin yaşadığı toplumlar olmuşuz. Üstelik ağlayamadıkça merhametini kaybetmeye başlamış erkekler.  Kızını evlendiren bir babanın en doğal tavrı ağlamak olmalıyken ağlamamak için kendini tutmaktan renk değiştiren babaların ülkesi. Filistinli bir çocuğun cesedini izlerken televizyonda ağlamamak için kanal değiştiren erkeklerin ülkesi. Annesi öldüğünde sadece odasında kimse yokken usulca kimse duymasın diye hıçkıramadan ağlayan erkeklerin ülkesi. Ağlayamadan kalplerin sertleşmesini engellemeye çalışan adamların ülkesi. Ağla dostum, utanma ağlamaktan, aksine utan ağlamamaktan.




19 Kasım 2012 Pazartesi

Yağmur Damlası

Göğe yükseleli ne kadar olmuştu hatırlamıyordu. Hatırladığı şey henüz bir su damlasıyken bulunduğu ortamdı. Çok güzel olmadığını hatırlıyordu çevresinin, beton yığınlarının arasındaydı. Oysa bu sefer toprağa karışmayı çok istemişti. Toprağa karışıp bir daha asla göğe yükselmek için dua etmişti yeryüzüne düşerken. Artık dayanamıyordu bu döngüye. Bir ara kendini kandırmaya başlamıştı, toprağa düşmeyi dünyaya faydalı olmak için istiyorum diyordu kendi kendine, ama sonra itiraf etti, dünya umurunda değildi. Artık yokolmayı istiyordu. Umudunu kaybetmişti çünkü öğrenmişti her kar tanesinin birbirinden farklı olduğunu. Her kar tanesi birbirinden farklıysa, soğuk bir kasım günü karla karışık yağmur yağarken henüz yeryüzüne ulaşmadan önce karşılaştığı kar tanesini tekrar göremeyecekti. Onu tekrar göremeyecek olduktan sonra dünyaya hayat vermeye devam etmenin ne anlamı vardı. 
İnsanların her bir kar tanesine bir meleğin eşlik ettiğini inandıklarını duymuştu, ama inandırıcı gelmemişti. Ona bir melek eşlik ediyor olamazdı, o bir meleğe eşlik ediyor olabilirdi belki. Binlerce kar tanesi görmüştü hatta bir defasında kendi de bir kar tanesi olmuştu ama onun gibisini görmemişti. Yeryüzüne beraber indiğinde sanki ona gülümsemişti. Sonra onun eridiğini gördü, biliyordu bu son normaldi ama yinede içi parçalanmıştı eriyip su olduğunu izlerken. 
Sonunda tekrar yağmur damlası haline geleceği zaman gelmişti. Tüm benliğiyle dua etmeye başladı toprağa düşmek için. Buluttan yağmura döndü ve yeryüzüne doğru yol almaya başladı. Hayatına dair hatırladığı herşeyi düşünürdü böyle zamanlarda ama onu gördüğünden beri hayatına dair hatırlayabildiği tek şey o oldu. yeryüzüne yaklaştı usulca. Sanırım bu sefer olacaktı çünkü geniş topraklar görüyordu aşağıya baktığında. Bir mezarın üzerine düştü, yeni kapatılmış olsa gerek çünkü hala yumuşaktı toprak. Gülümsedi toprağa karışırken ve şükretti.


13 Kasım 2012 Salı

Bağımlılıklar...

Çok zor olmuştu çaydan vazgeçmek, aslında tam vazgeçmek bile değildi, sadece ona bağımlı olmadığımı ispat çabası. Kahveden kurtulmam daha kolay olmuştu mesela ve ben de merak uyandırmıştı çaydan zor kurtulmam. Halbuki kahve daha kuvvetli bir uyaran ve bağımlılık kaynağı değil miydi? Ama ben de tam tersi olmuştu. Neyse netice itibarıyla ikisine de bağımlı olmadığımı kendime ispatladım, hiç bir şeye bağımlı değildim artık, hiç kimseye bağımlı olmadığımı kendime ispatlama çalışmasının ilk başlangıcı oldu bu deneme. Nefes alacak kadar havaya bağımlıydım ayakta kalacak kadar yemeğe, ki ben hep daha fazlasını yedim. Ama bunlardan gayrısına değil.
Sanırım benim çocukluk sanrılarımdı bu kendi kendine yetebilen insan yaklaşımım. en azından öyle hissettirdi hayat, hey çocuk artık büyü ve alış bunlara dedi. Korktum başta, aslında hala korkuyorum biraz, alışmaktan, bağımlılıkların hayatın ta kendisi olduğunu kabul etmekten. Asla bağlanmak istemeyeceğim şeylere bağlanmaktan korktum, ya da bağlanırsam kopmaktan. Bağlandıklarımdan kopunca diğer bağlandıklarımı bırakmakla uğraştım. Bıraktıkça bağlandıklarımı yenilerine alıştım sanırım ve bu kısır döngüye dur demenin vaktinin geldiğini anladım 20 lerin ikinci yarısında. Aslında dur demenin vaktinin geldiğini ben anlamadım, anlattılar...
Artık hiç bir bağımlılığı olmayan bir adamım galiba. Bağımlı olmamak için uğraşıyorum. Sigara kullanmadım hayatımda, içki de içmedim hiç, bu sebepten onlardan yana pek bir korkum yok aslında, ki çoğu insanın bağımlılıkları bunlardır. Bu aralar en çok gördüğüm ve gördüklerimin arasında en korkuncu olan bağımlılık çeşidi sevgiye olan bağımlılık. İnsanlar sevilmeye o kadar alışıyorlar ki bu onlarda bir bağımlılık yaratıyor ve bu arzularını doyurabilmek için saçmalamaya başlıyorlar.Tıpkı koleksiyonerler gibi, bir pula bir milyon insanı doyurmak için yetecek parayı verebilirler çünkü sahip olmak isterler. Sevilme bağımlıları da böyledir, birazcık sevgi için sonra çok ağlayacakları karşılıklar ödemeye razıdırlar. Aradıkları bir omuz olabilir ya da sahiplenilmek, belki sadece sevilmek veya ilgilenilmek bilmiyorum, ama sevgiye o kadar bağımlıdırlar ki onlara ihtiyaçları olan sevgiyi veren kişiye ömürlerini verirler ama muhtemelen sevgilerini veremezler. Seven kişi sevdiğini mutlu etmenin sarhoşluğuyla pek önemsemez sevilip sevilmediğini hatta farketmez bile. Belki o da sevmeye bağımlıdır bilmiyorum ama böyledir. Eğer sevmeye bağımlıysa sorun çözülmüştür aslında, herkes mutludur ama aksi durumda bir süre sonra seven kişi hayal kırıklığı adını verdiğimiz ağırlığı göğsünde bulacaktır. Bağımlılık kötüdür, sevmek ve sevilmek güzeldir...




11 Kasım 2012 Pazar

Biri değişmek mi dedi?

İnsanın kendi hatalarını başkasına itiraf edebilirken kendine bir türlü itiraf edememesi acaba fıtratından mı yoksa yetiştirilme tarzından mı kaynaklanıyor. Hata yapan ve aslında bunun farkında olan biri en yakın arkadaşına gidip ağlıyor yaptığı hatanın farkında olarak. Ama aynanın karşısına geçtiğinde hata yapmamış gibi davranmaya devam edebiliyor kendisine. Kendi kendine yaptığı kötülüğü en yakın arkadaşı hatta belki babası yapmış olsa onlarla olan ilişkisini gözden geçirecek olan kişi kendisini terkedemediği için mi böyle davranıyor yoksa değişmekten ölesiye korktuğu için mi? İnsan tavrını değiştirmekten neden korkar acaba? Tavır ya da karakter diye belirtmemin sebebi fiziksel olarak değişmekten korkmuyor olması. Daha güzel/yakışıklı veya çekici olmak için değişen saç stilleri, giyim tarzları hatta abartılarak yaptırılan estetik operasyonlar artık vakayı adiyeden. Ancak insanlar ruhlarını güzelleştirmek için hiç birşey yapmıyorlar neredeyse. Çocuğunun hatalarını düzeltebilmek için profesyonel destek alan anne-babalar kendi hataları söz konusu olunca hata yokmuş gibi davranmaya bayılıyorlar. Aslında sanırım başka bir şey yapma tecrübeleri olmadığından böyle davranıyorlar.
İnsan hatalarını kendine itiraf edemiyor, en azından kendince kabul edilebilir bahaneler bulmadan itiraf etmiyor, çünkü itiraf ederse değişmek zorunda olduğunu biliyor. Korkmasa ruhunu terbiye etmekten, aklını ve kalbini tamir etmekten ya da en azından hatalarını tevile ayırdığı zamanı ve aklı değişmeye ayırsa çok daha iyi bir insan olabilir.
Daha iyi bir insan olmayı istemek yorucudur muhtemelen hatta olmaya çalışmak çok daha yorucudur kesin. İnsanların daha iyi olmak için zamanları yok. Yaşamaya o kadar çok zaman harcıyoruz ki neredeyse ölmeye vaktimiz yok diyeceğiz. Bu koşuşturmacada değişmeye zaman ayırmak ne mümkün...

8 Kasım 2012 Perşembe

Özleyebilmek...

Hindi Zahra, Nael Yaim, Jehan Barbur ve sesi güzel diğerleri. Hepsi tek bir şeyden bahsediyorlar, ayakta kalmak için birine ihtiyaçtan, o senin yanında olmadığı için üzgün olmaktan ve onun gibisini bulamamaktan.
Gidersen de güzel özetliyor Jehan, ya da aslında anlamadığım sözlerinde bile bana sanki bunu anlatıyor Hindi Zahra. Birsen Tezer var sonra. 
Neyse asıl mesele kimlerin anlattığı değil neleri anlattıkları. Ayrılık, kavuşamama, güçsüzlük ve elbette mutsuzluk. Ama illaki umut. Yaşı yirmilere ulaşmış insanların çok büyük bir kısmı birini özlüyordur ya da birine kavuşamamış ve elbette ayrılmıştır. Hele 30 lara kadar gelen biri varsa etrafınızda bir sürü hikayesi vardır tüm bunlar üzerine, bir kısmı keyifli bir kısmı hüzünlü ama illaki umutlu. Anlatırken gözleri dolabilen yada içini özlemle çekebilen birini bulursanız bırakmayın sakın zira biliyordur yaşadıklarını, farkındadır, belki yaşarken değil ama artık biliyordur kıymetini. Özlem insanı zorlayan en güçlü duygu galiba, belki nefret ve aşk ama özlem mutlaka. Özlemek, yaşınız kaç olursa olsun kaybedilmeyen bir duygu, bir daha eskisi kadar sevemeyebilirsin ya da zaten nefret edemeyen bir yaratılışın vardır ama özlemeyi kaybedemezsin. Sevdiğin kadını, aileni ne bileyim gençliğini ya da taraftarı olduğun takımın başarılı günlerini özlersin. Hep vardır özleyecek bişeyler. 
Özlemek insanın sınırlarını zorlayan bir duygu ama aynı zamanda insanın gerçekten sevdiği şeyler olduğunu gösteren en güçlü kanıt. Sevmeseydin özlemezdin, mutlu olmasaydın özlemezdin. Bir insan eğer hiç bir şey özlemiyorsa uzak durun hatta koşarak uzaklaşın, hiç özlemeden yaşanır mı? Hiç mi seni mutlu eden bir olay yaşamadın be adam.
Çok sevdiği insanları kaybeden insanlara saygım artar genelde, acıma değil sadece saygı. Abisini kaybeden arkadaşıma ya da babasını toprağın şefkatli kollarına bırakan dostuma olan saygım. Ölüm bir çok şeyin çözümü ama hayatta olduğu halde kaybetmek var bir de. İşte bunu gerçekten metanetle karşılayabilene olan saygım diğerlerinden daha fazladır. Evet aslında sevmekten bahsediyorum, severken kaybetmekten falan. Ellerin uzattığında onun saçlarına değebilecekken değemiyor ya, ya da uzatamıyorsun ya elleri işte o durumdan. 
Hava kapalı ve istediğin herşeyi dinleyebiliyorsun oturduğun yerde. Rabbim özlemeyi unutturmasın ama özlediğimiz her neyse daha iyi olanıyla karşılaştırsın. Amin...



6 Kasım 2012 Salı

Yaşamacılık

Hayat adını verdiğimiz yaşamacılık oyununda hep rol yapıyoruz. Kısa bir oyun aslında hayat ama biz uzun zannediyoruz mesela. Yani oyunu başta yanlış anlıyoruz, ne süresini biliyoruz oyunun ne kurallarını. Sadece oynuyoruz yeni yürümeye başlamış bir çocuğun sadece topun peşinden koşması gibi. Genelde doğruları kendimize bile söyleyemiyoruz, sonra yorumluyoruz gerçekleri, değiştirip manupile ediyoruz. Verilmesi en doğal tepkileri insanlar önünde hatta kendimize bile vermekten korkarız mesela, belki hayat oyununun bilmediğimiz kurallarından biridir bu, gerçek olmak, hissettiğin gibi davranmak yerine akıllı gibi davranmak. Korkular üzerinden kurulan dengeleri gözetiyoruz, aç kalmaktan, parasız kalmaktan, yalnız kalmaktan korkuyoruz. Verilen, kazandığımız, verilmeyen ama bizim olma potansiyeli olan şeyleri bile kaybetmekten korkuyoruz. Bişeysiz kalmaktan korkuyoruz ama kalmaktan korkmuyoruz. Herkes gitmekten bahsediyor ama neredeyse herkes kalıyor. Kaldı ki gitsen ne olacak, gittiğin yerde de aynı oyun oynanıyor farklı oyuncularla.
Yaşlı bir balıkçı aradım hep bana hayatın sırrını verecek, bir ayyaş yada ne bileyim bir uzakdoğu sporları ustası, filmlerin etkisi sanırım, ama bu arayıştan öğrendiğim tek şey herkesin hayatının sırrının farklı olduğu. Bu oyunda her bir birey kendi rolünü oynuyor. Diğerlerinden etkileniyor, diğerlerini etkiliyor ama neticede başka bir oyunun aktörü. Bu yüzden her hayatın sırrı kendine. Başkasının sırrı, mutluluk becerisi ya da tecrübesi senin hayatında karşılık bulmuyor, çünkü oyun farklı. Başka kuralları kendi oyununa uyduramazsın. O zaman hadi hep beraber tekrar Forrest Gump izleyelim ve hayata Forrest gibi bakabilmek için dua edelim.




4 Ekim 2012 Perşembe

Rüya...


İdrar sıkıştırması neticesinde uyanılan bir başka sabah. Uzun süredir yaşadığım en farklı sabah. Neyi farklı dediğinizi duyar gibiyim, uyandığım rüya farklı. İnsan deli gibi hüzünlü bir rüya gördükten sonra, rüyada ağlamamak için kendini zor tuttuktan sonra uyandığında şükrediyorsa gördüğü kişiyi görmeyi çok özlemiş demektir, ve bu özlem hissedilen acıdan daha büyüktür.
Rüyanızda hiç ağladınız mı bilmiyorum ya da içinizin yandığını hissettiniz mi? Çok farklı bir tecrübeymiş, yüksek bir yerden düşmek gibi. Genelde rüyalarımda rüyada olduğumu fark ederim ve rüyalarıma senaryo yazarı olmaya çalışırım. Ama şundan eminim ki son rüyama senaryo yazarı olabilmek için tüm diğer rüyalarımdan vazgeçebilirdim. Gördüğüm ve göreceğim tüm rüyaların kontrolünden.
Bir insanla sohbet etmeyi bu kadar özlemek fıtrata uygun mu acaba? Üstelik sohbet konusu sizin için ölümcülken.  Her kelime size saplanan bir hançer gibiyken ve her cevabınız sözlerinizle beraber büyükçe bir parçanızı sizden koparırken.
Konuşmayı dinlemeyi çok seven bir insanım ama anlatılan bu kadar canımı acıtmamalıydı, ki zaten anlatılmasa bile canım yanıyordu. İnsan olduğunu adı gibi bildiği halde istemediğini duymaya tahammül edebilen bir varlık değil maalesef. Neden acaba bu duruşumuz, derdimiz ne, bir hata yaptığımızı, hata yaptığımı çok iyi bilmemize rağmen başkasından duymak neden zor geliyor, ya da mesela çok sevdiğimiz birinin kaybını kabullenmek. Sanırım bunların hepsinin sebebi umut. Duymazsak, ikrar edilmezse, yok sayarsak belki olmamış gibi olabilir diye düşünüyoruz. O halde umut insanı yaşatan değil öldüren şey mi oluyor, yeni yollara yüzlere bakmanı engelleyen duygu. Hep kandırıldık mı umut iyidir diye. Hayır elbette umut iyidir ama olabileceklere karşı umutlu olmak iyidir, aksi çıkmaz sokakların sonundaki biteviye tel örgülere tırmanıp tırmanıp düşmenize sebep olan bir duygudur.

14 Ağustos 2012 Salı

hayat vs insan

zannımca dünya hayat vs kimseye küsmez...nacizane çeyrek asrı devirmiş hayat tecrübemle [çok dursun diye böyle yazdım :) ] bunu söyleyebilirim...ancak bu saydıklarım insanla bir miktar dalga geçerler...yani bunlara katlanabilmen şaka kaldırma yetinle alakalıdır hattı zatında... bu aralar çok üstüme geldiler ben de onlara surat yapıyorum...tavşan dağ olayına dönecek ama napalım...insanın zaman zaman kendini olduğundan önemli hissetmesi lazım tekrar kendine güvenebilmesi için diye düşünmekteyim...

10 Ağustos 2012 Cuma

İşte öyle birşey...


Bırakacağım bu işleri diye düşündüm. Çekip gidecektim  buralardan. Sonra salak salak gülümsedim. Yine yeniden gitmek düşüncesi ve kalacak olmanın verdiği dayanılmaz  ağırlık ya da hafiflik mi desem bilemedim. Ağırlık gibi başta ama gitmek zor be paşam demeye başladığın anda büyük bir hafiflik oluşuyor bünyede. O sebepten insan dönmeli içine kendine.
İlk sevdiğim kadın başkasıyla evli, en sevdiğim kadın ile ilgili dualarım kabul olmuş zira başkasıyla nişanlı ve biz birbirimize çok dua ediyoruz başkaları ile bile olsa mutlu olalım diye.
Alın işte yazmaya başladım yeniden, yazmadan duramayasım anlatmadan ağlayasım var.  Hıçkırarak değil en sevdiğimi kaybettiğimde yastığa sarılarak ufak ufak ağladığım gibi ağlayasım var. Sabaha kadar ağlayasım var. Aslına bakarsanız isyan edesim bile var ama Allah korusun kendimi muhafaza etmeye çalışıyorum.
Size kısa bir hikaye yazıyorum yine ve hiç bitmeyecek  bir hikaye elbette. Kısa ama sonsuz, uzun ama anlamsız belki. Sonunu bilmediğim hikayeler. Her hikaye yazılmaya başlandığında hikayenin kendi kendine devam edeceği varsayılır, bir nevi hikaye canlanır ete ve kemiğe bürünür. Sonunda ete kemiğe bürünen hikayeler kendilerini tamamlarlar. İşte benim hikayelerim için de böyleler denilebilir yalnız tek farkla, benim hikayelerim kendi hayatlarını gerçek zamanlı olarak yaşıyorlar. Kendi dünyalarında kendi karakterleri ile ve benimle aynı sürede. O yüzden sizler sonlarını okuyamıyorsunuz ama aslına bakarsanız ben de sonlarını bilmiyor sadece tahmin ediyorum.
Hikayelerimin kahramanlarına isim veremiyorum genelde, birinci ağızdan anlatmayı tercih ediyorum bu yüzden. İsme karar vermek zor geliyor çünkü kahramanın yaşadığı şeyler aslında zaten bu dünyada yaşanagiden olaylardan oluşuyor ve isim benzerliği olmasından korkuyorum. Benim hikayemin kahramanı olan filancanın aslında kendi hikayesinin hali hazırdaki kahramanı olmasından ve benim farkında olmadan onun gerçek hikayesini yazıyor olmamdan korkuyorum belki.

6 Haziran 2012 Çarşamba

çok az şiiri severim ama az da olsa severim...

sen beni öpersen belki de ben fransız olurum
şehre inerim bir sinema yağmura çalar
otomobil icad olunur, zarifoğlu ölür
dünyadaki tüm zenciler kırk yaşından büyüktür.

-senegalliler dahil değil


sen beni öpersen belki de bulvarlar iltihablanır
çağdaş coğrafyalarda üretir cesetlerini siyaset bilimi
o vakit bir sufiyi darplarla gebertebilirsin
hayat bir yanıyla güzeldir canım, sen de güzelsin

-yoksa seni rahatsız mı ettim?

sen beni öpersen belki de aşkımız pratik karşılık bulur
ne ikna edici bir intihar girişimidir şimdi göz göze gelmek
elbette ata binmek gibidir seni sevmek sevgilim
elbette gayet rasyoneldir attan atlamak

-freud diye bir şey yoktur.


sen beni öpersen belki de ben gangsterleşirim
belki de şair olurum seni de aldırırım yanıma
bilesin; göğsümde hangi yöne açmış tek gülsün
yani ya bu eller öpülür, ya sen öldürülürsün.

-haydi iç de çay koyayım.

ah muhsin ünlü

5 Haziran 2012 Salı

Yazdığım iki satırın beğenilmesi ya da sevilmesi değil de "sen yaz az da olsa yaz" denmesi hoşuma gidiyor sanırım, sevilmeyebilir sorun yok. artık haftada bir de olsa bir şeyler yazmayı deneyeceğim eğer bir ay sürecek dertlerimi halledebilirsem.

23 Ocak 2012 Pazartesi

Sadece bir cümle

Uzun bir hikayenin ya da belki bir romanın ilk cümlesi olacaktım aslında. Ama sanırım o kadar derinlikli yada en azından hikayesi heyecanlı ve de anlamlı bir şekilde kurulamadım. Aslında beni yazanın amacı sanırım tam da buydu, anlamsız ve sıradan bir yaşamın öyküsünü anlatmak. Ama benim yani ilk cümlenin ardından yazdığı bütün cümleler bir anda anlamını yitiriyorlar. Hayır hayır egosantrik bir yaklaşım değil bu, sadece bir tespit. ardımdan gelenler benim sadeliğim sebebiyle yalnızlaşıyor ve karmaşıklaşıyor. Benim büyük yalnızlığım ardımdan gelenleri de bu yalnızlığın içinde görünmez hale getiriyor. Neden yalnızlık diye tarif ettim halimi peki. sebebi basit, önümden gelen bir cümle yok iken ardımdan gelenler ile hiç bir alakam yok. Hikayenin ilk cümlesiyim ve fakat aslında hikaye benden ben hikayeden ayrıyım. Ama yalnız yaşamayı seçmiş bir kurt ya da kartal gibi değil, bildiğiniz önünde ve arkasında hiç bir cümle olmayan bir cümle gibi. Maalesef bir aforizma gibi olmayı başaramamış, tek başına pek de bir şey ifade etmeyen bir cümleyim. Okuduğunuzda bir şeyler hep eksik kalacak, ağzınızda tamamlanmamış bir tat bırakacak bir cümle. Keşke diyorum bazen, keşke yazılmadan önce sadece zihinde başıboş dolaşırken, bir öykünün ilk cümlesi olmayı istemek yerine bir şiirin ilk dizesi olmayı dileseydim. Belki bir aşkı ya da ayrılığı tek başıma anlatabilirdim. şimdi ise bir sürü cümleye daha ihtiyacım var tamamlanmak için. Yazarın hikayeyi tamamlamasını beklemek ve hatta ummak zorundayım. Düşünsenize ya hikayeyi tamamlayamazsa, zaten çok yalnızım bir de yarım kalırsam ve kimse farkıma varmazsa. Zaten heyecanımı hikaye bitene kadar canlı tutmak bu kadar zorken bir de bu stresle başa çıkmak zorunda kalıyorum. korkuyorum zihinde beraber gezdiğimiz, farklı düşüncelere asılarak eğlendiğimiz dostlarımın bir çoğu bir kağıda yazıldılar ve fakat sonra o kağıtlar buruşturulup atıldılar. Evet biliyorum bütün o cümleler yazarın zihnine geri döndüler fakat hiç biri eskisi gibi değillerdi. şöhreti yakaladıktan sonra kimsenin yüzüne bakmadığı sabun köpüğü ünlüler gibi psikolojileri bozulmuş düzenlerini kaybetmişlerdi. Daha önce kullanılmış olmanın verdiği ikinci el hissi tekrar kullanılmalarını oldukça zorlaştırıyordu.
Aslında biliyorum evet  bir defa yazıldıktan sonra ölümsüz oluyoruz lakin ölmemek o kadar da heyecan verici bir şey değil. Sonunun ne olacağını bilmeden yaşamaktan, beni yazan gerçekten iyi bir yazar mı acaba diye düşünmekten, yazdıklarını yani beni kimse okuyacak mı diye merak etmekten sınırsız ömrümün tadını çıkarmaya vakit bulamıyorum.