Oturduğu
yerden büyük bir hızla doğruldu, heyecanla masanın başına geçti, eline geçen
ilk kalemle önündeki boş sayfaya telaşla bir şeyler yazmaya başladı. Yüzünde
bir gülümseme belli belirsiz kendini gösterip geri kaçıyordu sürekli. “Yine ne
saçmalıyorsun” dedi şair heyecanından bişey kaybetmeden yazmayı sürdüren
öykücüye. Güldü öykücü alaycı bir ses tonuyla “saçmalamak sizin uzmanlık
alanınız biz olsa olsa kötü yazarız” dedi. Bu saldırıyı beklemeyen şair avına
saldırmayı bekleyen dişi aslan gibi olan egosunu öykücünün üzerine salacak
fırsatı yakalamıştı. “Bir öykücü ne anlatır ki” dedi, “sizin sayfalarca
anlatamadığınızı biz bir mısrada özetliyoruz”. Öykücü durakladı, aslında şair
haksız sayılmazdı ama eksikti anlattıkları. Bir aşkı ya da ayrılığı belki tek
cümleyle, doğru kelimeleri arka arkaya sıralayarak çok kısa ve anlamlı
anlatabilirdi bir şair ama neden ayrılındı neden sevilmişti kısımları hep eksik
kalacaktı. İşte hikayeci bu kısımlarla da ilgileniyordu. “Siz cerrah gibisiniz,
sadece hastalığın olduğu kısımla ilgilenirsiniz, oysa biz öykücüler olayların
bütününe bakarız” dedi şairin yüzüne bile bakmadan. “Bizim sayfalarca anlattığımız
ayrıntıları siz anlatmaya kalksanız yazdığınız şiir ömrünüzün tek şiiri olur”
dedi öykücü şaire hiç duraksamadan. “Çok şeyi az kelimeyle anlatıyoruz, aptala
anlatır gibi anlatmıyoruz, o duyguları yaşayanların anlayacağını şekilde anlatıyoruz
biz” diye sert bir karşılık verdi şair. “Kelime başına düşen duygu yoğunluğu
şiirde her zaman daha fazladır” dedi öykücü “ama hikayede kelime başına düşen
ayrıntı çok daha fazladır”. Şair duraksadı, kitaplıktan bir kitap çekip aldı
sayfaları karıştırırken düşünüyordu öykücünün söylediklerini. “Siz mutsuzluktan
besleniyorsunuz, oysa biz oldukça mutlu olayları anlatabiliyoruz” dedi öykücü.
Şair gülümsedi “trajediler insanlara uç duyguları yaşatır, ama siz bunları
görecek durumda değilsiniz” dedi. “Mutlu bir insan normaldir, ve normali herkes
bilir, oysa mutsuz olan insan doğasına aykırı davranmış olur ve anlatılacak bir
hikayesi vardır” diye devam etti. “Mutlu olmak normal ve insan doğasına uygun
olansa eğer neden mutludan çok mutsuz var ve neden öyküden çok şiir ilgi
çekiyor” dedi öykücü. Kapı zilinin gürültüsü son kelimeleri zor duyulur hale
getirmişti. Şair kapıya yöneldi, gelen evin üçüncü üyesi olan gerçek bir hayatı
ve işi olan ev arkadaşlarıydı, “ne tartışıyorsunuz yine” dedi, “şair ve öykücü
muhabbeti mi yine?” diye cevabını istemediği belli olan soruyu yöneltti. Sonra
sinirli ve alaycı bir gülümse ile “elma ile armudu karşılaştırmayı bırakın ve
gidin bi çay koyun da içelim” diyerek odasına doğru yöneldi…
30 Ocak 2013 Çarşamba
24 Ocak 2013 Perşembe
Misafirlik
Ev Sahibi;
Sabah her zamankinden erken uyandı
Özge, ilk defa kendi evinde kalabalık sayılabilecek bir misafir grubu
ağırlayacaktı. Daha önce misafirleri olmuştu ama genelde tek kişi ve akraba idi
onlar, yani pek misafir sayılmazlardı. Eşi Ahmet hala uykudaydı, Özge
uyandırmaya kıyamadı, sadece kendi yapacağı işlerin bir kısmını yapıp daha
sonra Ahmet’in yardımı gerektiğinde uyandırmaya karar verdi. Usulca mutfağa
doğru geçti, kafasında bir hareket planı vardı ve önündeki 4-5 saatlik zaman
diliminin neredeyse her dakikası bu hareket planında bir işe endeksliydi.
Misafirlerle ilgili pek bir fikri yoktu zira Ahmet’in çok eski arkadaşlarını
ağırlayacaklardı, lakin hiçbiriyle tanışmamıştı daha önce.
Heyecanının büyük kısmını bu
gerçek oluşturuyordu, evlendi, hiç bilmediği bir şehre taşındı, ve belki o
şehirdeki dostları olan yegane insanları ağırlayacaktı. Eşi dostlarından hep
iyi bahsetmişti ve onlarla tanışmak için sabırsızlanıyordu. Çok özenle başladı
mutfak işlerine, yapılacak yemekler muhteşem olmalıydı. Önce çay koydu, Ahmet’e
seslendi, kahvaltılıkları hazırladı zira doymadan güne başlanmazdı. Ahmet uyku mahmurluğu ile mutfağa geldi,
Özgeye gülümsedi ve içten bir günaydın döküldü dudaklarından. Hemen kahvaltıya oturdular, Özge’nin
çizelgesine uymaları gerekiyordu.
Saatler hızla aktı, koşuşturmaca
sonlanmaya yaklaştı, bu arada Ahmet’in telefonu adresi bir türlü bulamayan
arkadaşlarca sürekli aranmaktaydı. Özge’nin heyecanı tekrar artmıştı zira
koştururken heyecanı oldukça azalmıştı. Az sonra Ahmet apartmanın önüne inerek
arkadaşlarını beklemeye başladı. Özge salonda son düzenlemeleri yaparken kapı
çaldı.
Misafir;
Bir haftadır bugünü organize
edebilmek için uğraşıyordu. Herkes için uygun vakti ayarlayıp ev sahiplerine
bildirdikten sonra rahatlamıştı biraz da olsa. Ahmet çok eski dostuydu, ona
karşı mahcuptu, düğününe katılamamıştı. Üniversiteden kalma dostlarından hiç
biri katılamamıştı. Organizasyon tamamlandı, gün ve saat ayarlandı, hediyeler
alındı, misafir olacak arkadaşlarla buluşuldu. Yağmur olarak başlayan yağış
kara dönmüştü ve Ahmet ve Özge’nin evleri oldukça yüksek bir yerdeydi. Arabalar
park edildi, tek arabayla yola devam edildi lakin onu da cadde üzerinde
bırakmak zorunda kaldılar. Hava şartları araba ile devam etmeyi tehlikeli hale
getirmişti, eve yakın olduğunu düşündükleri bir noktaya arabayı bıraktıktan
sonra yürümeye başladırlar. Bu arada Ahmet ile irtibat halinde kaldılar. Eski günleri
hatırladılar, üniversite günlerinde kartopu savaşı yaptıkları bir akşamı
andılar, sonra Ahmet’i gördüler, sarıldılar ve eve çıktılar.
Özge ve Ahmet muhteşem bir
hazırlık yapmışlardı, evleri çok güzel döşenmişti ama en önemlisi huzur
kokuyordu, huzur nasıl kokar demeyin, gerçekten huzur kokan bir yere
gittiyseniz anlarsınız. Muhabbet özlenmişti belli oldu hemen, Özge hemen ayak
uydurdu eski dostlara. Kahkahalar çayla birlikte yuvarlanırken saatler
ilerlemişti. Gitme zamanı gelmişti. Tıka basa dolu mideler ve yüzlerde tebessüm
ile tekrarında fayda olduğu hemfikriyle evin ilk misafirleri evden ayrıldılar. Bu
ziyaretin tadı misafirlerin damağına kalmıştı. Eminim ev sahipleri de aynı şeyi
hissediyordu.
Muhteşem evsahipliğiniz için
teşekkürler…
9 Ocak 2013 Çarşamba
Uyanıklık Hali...
Keşke bu kadar güzel olmasaydın,
ya da ben seni bu kadar güzel görmeseydim. Gülümsemen küresel ısınmaya katkı sunmasaydı
keşke. Sen güldüğünde gerçekten gözlerinin içi gülmeseydi belki o gözler kalbe
iz bırakmazdı atların üzerine sıcak demirle basılan damgalar gibi. O kalbin
sahibi olduysan kalbe sahip çıksaydın keşke, sahip çıkmayacaksan öyle
gülmeseydin.
Hani seni ilk gördüğüm gün
var ya hatırlar mısın bilmiyorum, aramızda 2-3 kişi vardı ve yanımda
oturuyordun. Ya da acaba aynı otobüstemiydik, bak ben bile unutmuşum ya da aynı
senden bahsetmiyorum. Bir kadın sevdim ama farklı kadınlardı sanırım. Sevdiğim
kadının gülümsemesi dünyayı ısıtıyordu ama hepsinin değil. Sevdiğim kadının
gözleri iz bırakıyordu, ama hepsinin değil. Sevdiğim kadının sohbeti hiç
bitmesin isterdim, ama hepsininki değil. Sevdiğim kadın karşıdan gelirken
yoldaki insanlar açılırdı ve ışığından etkilenmemek için yere bakarlardı, ama
hepsinde değil.
Kaç kadın sevmiştim acaba,
hatırladığım sadece bir ama gerçekten var mı öyle biri onu bile bilmiyorum. Çok
güzel sohbet eden bir kadın sevmiştim, çok güzel gülen, çok güzel bakan… Hatta
çok güzel seven bir kadın bile sevmiştim. Sonra ne oldu o kadınlara onu da
hatırlamıyorum, belki ben kovmuşumdur güzel güleni sohbeti güzel değil diye ya
da güzel sohbet edeni güzel bakamıyor diye, hatırlamıyorum.
Sevdiğin kadının resmini
çizdirebilir misin bir robot resim uzmanına bir suç işlediğini görsen. Tarif
edebilir misin acaba, ben bir kere denedim ve ortaya çıkan sonuç normal bir
kadındı ve korktum ben bu kadını nasıl sevdim diye. Neyse ben ilaçlarımı alayım
ve uyuyayım tekrar zira uyanıklık bana yaramıyor….
7 Ocak 2013 Pazartesi
Keyifli Bir Yürüyüş
Keyifli bir şekilde yürümeye devam etti, kulağında kulaklıkları vardı ve başında kapşonu. Bu ikili onun üniforması gibiydi artık. Yürümeye başladığında müzik olmazsa kısa sürede yürümekten vazgeçerdi. Yanından geçen çocuğun başını okşadı hafifçe, çocuğu ürkütmemeye özen göstererek. Babasına nazikçe gülümsedi ve hızını azaltmadan yürümeye devam etti. Karşıdan karşıya geçen köpeğin güvenliğinden emin oluncaya kadar durdu, sonra eski temposundan biraz daha hızlı yürümeye başladı durması sebebiyle oluşan açığı kapatmak istercesine. Fırının önünden geçerken taze ekmek kokusu aldığını hayal etti, oysa fırıncının arabasından gelen yanık yağ kokusundan başka koku duyulmuyordu. 3 kuruşa 5 köfte satan saçma lokantanın önünden geçerken liseli gençlerin ona baktığını farketti daha sonra da kendisinin ne yaptığını. Dinlediği şarkıya eşlik etmekle kalmıyor sanki bir sahne performansı sunuyordu. Gençler ona bakıp birbirlerinin kollarına vurarak gülüyorlardı. Sert bir şekilde durdu, gençlere döndü, kulaklıklarını çıkardı. Ortam gerilmiş çocukların kahkahaları yerini gergin bir bekleyişe bırakmıştı. Kafasını kaldırdı, kapşonu çıkardı ve çocuklara doğru reverans yaparak gülümsedi. Yaptığı bu hareket önce tam anlaşılamadı gençler tarafından ama sonra biri alkışlamaya başlayınca ortalık bir anda kahkaha ve alkış gürültüsüne boğuldu. Tekrar kulaklıklarını taktı, kapşonu kafasına geçirdi ve yola devam etti.
Çok hızlı yürüyordu, beraber yürüdüğü herkes bundan şikayetçiydi, o yüzden bir süredir yalnız yürümeyi tercih ediyordu. Zaten biriyle yürürken müzik dinlenemiyor ve sokağın kurallarına uymak zorunda kalınıyordu. Takribi olarak 1 saat yürümeyi planlamıştı ki hep böyle planlar ama yürüyüş 45 dakika sürerdi. Şarkılar birbiri ardına çalmaya devam ediyor hemen hepsine ayak uyduruyordu. Yürüyüşün sonuna yaklaşmış evini uzaktan görmüştü. Yorulmuştu, ama temposunu düşürmeden yürümeye devam etti. Şarkılara eşlik ederek apartmanın önüne kadar geldi. Karşılaştığı yaşlı komşusu hayırdır ne bu neşe diye sordu, gülümsedi ve sadece çok şükür dedi...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)