4 Ekim 2012 Perşembe

Rüya...


İdrar sıkıştırması neticesinde uyanılan bir başka sabah. Uzun süredir yaşadığım en farklı sabah. Neyi farklı dediğinizi duyar gibiyim, uyandığım rüya farklı. İnsan deli gibi hüzünlü bir rüya gördükten sonra, rüyada ağlamamak için kendini zor tuttuktan sonra uyandığında şükrediyorsa gördüğü kişiyi görmeyi çok özlemiş demektir, ve bu özlem hissedilen acıdan daha büyüktür.
Rüyanızda hiç ağladınız mı bilmiyorum ya da içinizin yandığını hissettiniz mi? Çok farklı bir tecrübeymiş, yüksek bir yerden düşmek gibi. Genelde rüyalarımda rüyada olduğumu fark ederim ve rüyalarıma senaryo yazarı olmaya çalışırım. Ama şundan eminim ki son rüyama senaryo yazarı olabilmek için tüm diğer rüyalarımdan vazgeçebilirdim. Gördüğüm ve göreceğim tüm rüyaların kontrolünden.
Bir insanla sohbet etmeyi bu kadar özlemek fıtrata uygun mu acaba? Üstelik sohbet konusu sizin için ölümcülken.  Her kelime size saplanan bir hançer gibiyken ve her cevabınız sözlerinizle beraber büyükçe bir parçanızı sizden koparırken.
Konuşmayı dinlemeyi çok seven bir insanım ama anlatılan bu kadar canımı acıtmamalıydı, ki zaten anlatılmasa bile canım yanıyordu. İnsan olduğunu adı gibi bildiği halde istemediğini duymaya tahammül edebilen bir varlık değil maalesef. Neden acaba bu duruşumuz, derdimiz ne, bir hata yaptığımızı, hata yaptığımı çok iyi bilmemize rağmen başkasından duymak neden zor geliyor, ya da mesela çok sevdiğimiz birinin kaybını kabullenmek. Sanırım bunların hepsinin sebebi umut. Duymazsak, ikrar edilmezse, yok sayarsak belki olmamış gibi olabilir diye düşünüyoruz. O halde umut insanı yaşatan değil öldüren şey mi oluyor, yeni yollara yüzlere bakmanı engelleyen duygu. Hep kandırıldık mı umut iyidir diye. Hayır elbette umut iyidir ama olabileceklere karşı umutlu olmak iyidir, aksi çıkmaz sokakların sonundaki biteviye tel örgülere tırmanıp tırmanıp düşmenize sebep olan bir duygudur.